Kurban Bağışı

Şefaat ayetlere ve hadislere göre hak mıdır?

Değerli kardeşimiz,

1. “Rahman’ın katında bir söz almış olan kimseden başkasına şefaat edilmez.” ayetinin izahı

Şefaat: Bir kimsenin suçunu affettirmek ve kendisinden cezayı kaldırmak için o kişi hakkında yapılan bir istektir. 

Biraz daha açacak olursak: Ahiret günü bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itaatkâr müminlerin yüksek mertebelere ulaşması için başta Peygamberimiz (a.s.m.) ve diğer büyük zatların Allahu Teâlâ’ya niyaz ve dualarıdır. 

Bizlerin inancı olan Ehl-i sünnet itikadına göre, şefaat haktır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Hâl böyle iken, bir kısım Ehl-i sünnet muhalifleri şefaati inkâr etmekte ve şefaate inananları şirke düşmekle itham etmektedirler. Yani onlara göre, bütün Ehl-i sünnet mensupları şirke düşmüştür ve müşriktir. 

Şefaate dair bu eserimiz bu kişilerin şefaat hakkındaki yanlış sözlerine tam bir cevap olacaktır. Eserin tamamını okuduğunuzda bu kişilerin Kur’an’dan ne kadar uzak olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız.

Şefaat konusunda Ehl-i sünnetin görüşü şudur: Şefaat haktır ve Allah’ın iznine bağlıdır. 

Bizler bu itikadın doğruluğunu Kur’an, hadis ve icma ile ispat edeceğiz. Bu ispattan sonra daşefaati inkâr edenlerin sözlerine teker teker cevap vereceğiz. İnayet ve tevfik Allah’tandır.

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz birinci delil Meryem suresinin 86 ve 87. ayet-i kerimeleridir. Bu ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmuş:

وَنَسُوقُ الْمُجْرِمِينَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْدًا

Suçluları susuz olarak cehenneme süreceğiz. (Meryem 86)

لاَ يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنْ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا

Onlar şefaate malik değildirler. Şefaate ancak Rahman’ın katında bir söz almış kimse maliktir.(Meryem 87)

Şimdi bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında günahkârlardan bahsedilerek onların susuz olarak cehenneme sürüleceği haber verilmiş. Daha sonra da  لاَ يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ   “Onlar şefaate malik değildirler.” buyrulmuş.

Onların şefaate malik olmaması iki manaya gelebilir:

Birinci mana: Onların şefaat edemeyeceğidir. 

İkinci mana: Onlara şefaat edilemeyeceğidir. 

Fahreddin er-Râzî Hazretleri ikinci manayı tercih ederek şöyle der: 

— İkinci mana daha uygundur. Çünkü ayeti birinci manaya hamletmek -yani onlar şefaat edemez demek- açık ve belli olan bir hususu yeniden açıklamak gibi bir şey olur. 

Buna göre, “Onlar şefaate malik değillerdir.” beyanı, “Onlara şefaat edilmez.” manasındadır.

Ayetin tahliline devam edelim:

Kâfirlerden, müşriklerden ve diğer bütün asilerden mürekkep günahkârlar güruhuna, “Onlara şefaat edilmez.” buyrulduktan sonra, إِلاَّ مَنْ   “O kimse müstesna” denilerek şefaatin fayda vermeyeceği günahkârlar güruhundan bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.

إِلاَّ مَنْ  ifadesinden anlıyoruz ki bir kısım günahkârlara şefaat fayda verecektir. Eğer şefaat onlara da fayda vermeyecek olsaydı böyle bir istisna yapılmaz; “O gün günahkârlara şefaat edilmez.” denilerek ayete nokta konulurdu. Ancak nokta konulmamış ve إِلاَّ مَنْ  denilerek istisna yapılmış. 

— Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir?

Ayetin devamı bunu beyan eder:

اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا Rahman’ın katında bir söz alanlar.

Buradaki “söz” Fahreddin er-Râzî’nin beyanına göre, tevhid ve kelime-i şehadettir. Yani imandır.

Demek, ayet-i kerimede iman sahibi olan günahkârlar, imansız günahkârlardan ayırt edilmiştir. İmansız günahkârlar hakkında “Onlara şefaat edilmez” buyrulurken, imanı olan günahkârlar bu hükmünden istisna edilmiştir. 

O hâlde şimdi, alttaki ayet-i kerimeye bakarak şu sorularımıza cevap bulun: 

Onlar şefaat edilmez. Şefaat ancak Rahman’ın katında bir söz almış kimseye edilir. (Meryem 87)

— Kime şefaat edilmeyecek?

Günahkârlara… 

— Peki, bu günahkarlardan hangi güruh müstesnadır?

Allah’ın katında bir söz alanlar yani tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olanlar…

Bakın, ayetin açık beyanıyla, Allah’ın katında söz alan -yani tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olan- günahkârlara şefaat edilecektir. Bu, ayetin apaçık beyanıdır.

Şimdi, şefaati inkâr edenlere deriz ki:

Ayet-i kerimede, Rahman’ın katında söz alan günahkârlara şefaat edileceği açıkça beyan buyrulmuştur. Demek, şefaat haktır ve Allah katında söz alanlara yani tevhid ve kelime-i şehadet sahiplerine mahsustur.

— Sizler bu ayet-i kerimeyi okumuyor musunuz?

— Eğer okuyorsanız ayete nasıl mana veriyorsunuz? 

— Ayetteki إِلاَّ مَنْ  “o kişi müstesna” kaydını görmüyor musunuz? 

— Eğer şefaat hak olmasaydı ayette إِلاَّ مَنْ  denilir miydi?

إِلاَّ مَنْ   demek, “Şefaat ancak bu kişilere edilir.” demektir. Bu kişiler de ayetin devamında izah edilmiş: Rahman’ın katında söz alanlar…

Fahreddin er-Râzî’nin izahına göre de “söz alanlar” tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olanlardır. Bu kişilere şefaat edilebilecektir.

Ey şefaati inkâr edenler! Allah bu kişilere şefaat edilebilecek derken, siz “Yok, edilemez.” diyorsunuz. 

— Bu sözünüzle ayeti inkâr ettiğinizin farkında mısınız? 

Eğer biraz aklınız varsa hemen tövbe eder ve fikirlerinizle bozduğunuz insanların ıslahına çalışırsınız!

2. “Onun izni olmadan hiçbir şefaatçi yoktur.” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz ikinci delil Yunus suresinin 3. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:  

 مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ  

O’nun izninden sonrası müstesna, şefaat edecek hiç kimse yoktur. (Yunus 3)

Şöyle de mana verilebilir: Ancak onun izninden sonra şefaat edilebilir. (Yunus 3)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayetin başında,  مَا مِنْ شَفِيعٍ  “Hiçbir şefaatçi yoktur.” denilerek bütün şefaatçilerin şefaati reddedilmiştir. Daha sonra  إِلاَّ  kaydı konulmuştur. Buradaki  إِلاَّ  istisnasından anlıyoruz ki”Hiçbir şefaatçi yoktur.” hükmü kayıt altına alınmaktadır.  

Bu kayıt bazı ayetlerde kişilerle ilgili olurken, bu ayette zamanla ilgilidir. إِلاَّ  nın devamı olan  مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ  ifadesi bu zaman kaydını açıklamaktadır. Bu kayıt, Allah’ın izninden sonrasının müstesna olduğudur. 

Bu durumda ayet-i kerime şu manaya gelmektedir: 

— Hiç bir şefaatçi yoktur. Sadece Allah’ın izninden sonra şefaat edecek vardır. 

Ya da başka bir ifadeyle: 

— Allah’ın izninden önce şefaat edecek hiç kimse yoktur. 

Demek, şefaat Allah’ın iznini bağlıdır. Onun izni olursa, bir kul başka bir kula şefaat edebilir. İzni olmazsa edemez. Eğer Allah’ın izni dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izninden sonra olması müstesna” ifadesi gereksiz olurdu. Kur’an’da ise gereksiz hiçbir ifade yoktur. 

Sözün özü: “Onun izninden sonra olması müstesna” ifadesi, Allah’ın izni dairesinde şefaatin hak olduğunu ispat etmektedir. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım:

Ey şefaati inkâr edenler! Bakın, ayet-i kerimede “Ancak onun izninden sonra şefaat edilebilir.” buyrularak apaçık bir surette şefaatin hak olduğu beyan edilmiştir. Şefaat vardır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Ayetin reddettiği şey şefaatin varlığı değildir. Ayetin reddettiği şey Allah’ın izni olmadan şefaat edilebileceğidir. Ayet izinsiz şefaati reddeder ve şefaati Allah’ın iznine bağlar.  

Şimdi size soruyoruz: 

— Sizler bu ayet-i kerimeyi okumuyor musunuz?

— Eğer okuyorsanız ayeti nasıl izah ediyorsunuz? 

— Ayet apaçık bir şekilde “şefaatin Allah’ın izniyle olacağını” söylerken, şefaati nasıl inkâr ediyorsunuz? 

— Ayetteki  إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ kaydını görmüyor musunuz? 

— Eğer şefaat yoksa ayetteki  إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ  ne demek? Buraya bir mana verin de görelim.

إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ  demek, “Allah’ın izninden sonra şefaat edilir.” demektir. Zerre miskal Arapça bilen burayı bu şekilde anlar. Bunu siz de biliyorsunuz lakin amacınız farklı. Amacınız dinin esaslarını bozmak. Allahu Teâlâ sizlerin şerrinden ümmet-i Muhammed’i muhafaza eylesin. Âmin.

3. “Onlar Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz üçüncü delil Enbiya suresinin 28. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَلاَ يَشْفَعُونَ إِلاَّ لِمَنْ ارْتَضَى  

Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler. (Enbiya 28)

Şöyle de manalandırabiliriz: Onlar Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. (Enbiya 28)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında, وَلاَ يَشْفَعُونَ  “Onlar şefaat etmezler.” buyrulmuş. Burada “onlar” ile kastedilen meleklerdir. Zira bu ayette meleklerin sıfatları anlatılmaktadır.

“Onlar şefaat etmezler.” beyanından sonra,  إِلاَّ لِمَنْ  “Ancak o kimse müstesna” denilerek,meleklerin şefaat etmeyecekleri hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.  

إِلاَّ لِمَنْ  ifadesinden anlıyoruz ki bir kısım insanlara şefaat edeceklerdir. Eğer şefaat hak olmasaydı böyle bir istisna yapılmaz; “Onlar şefaat etmezler.” denilerek ayete nokta konulurdu. Ancak nokta konulmamış ve إِلاَّ لِمَن denilerek istisna yapılmıştır. 

— Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir?

Ayetin devamı bunu beyan eder:  ارْتَضَى  Allah’ın razı olduğu kullar…

O hâlde şimdi, alttaki ayet-i kerimeye bakarak şu sorularımıza cevap bulun: 

Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat ederler. (Enbiya 28)

— Melekler kime şefaat etmeyecek?

Allah’ın razı olmadığı kimselere.

— Peki, kime şefaat edecek?

Allah’ın razı olduğu kimselere.

Bakın, ayet-i kerimenin apaçık beyanıyla, Allah’ın razı olduklarına şefaat edilecektir. Razı olmayı da şöyle izah edebiliriz:

Mesela bir kulun günahları sevaplarından çoktur. Bu sebeple cehennemi hak eder. Ancak onun bir sözü veya bir ameli vardır ki Allah o sözden ve o amelden hoşnut olmuştur. Meselazalim bir sultanın karşısında hakkı haykırmıştır. Veya Allah’ın isminin küçümsendiği bir yerdeAllah’ın ismini yüceltmiştir. Ya da elindeki son lokmayı Allah için tasadduk etmiş ve mümin kardeşini kendi nefsine tercih etmiştir. Ve bunlar gibi ameller işlemiştir… 

Evet, belki bu ameller zatında küçüktür; belki çakıl taşı kadardır ve onun dağ gibi günahlarına mukabele edememiştir. Lakin bu ameller Allah’ın rahmetini ve rızasını celbetmiştir. 

İşte Allahu Teâlâ, o ameli sebebiyle kulunu affetmeyi murad eder. Bunu murad edince de onun hakkında şefaate izin verir.

Şefaat: Meleklerin, peygamberlerin veya salih kulların günahkâr kulun affedilmesi için Allah’a dua etmesidir. Allahu Teâlâ kulunu affetmeyi murad edince onun hakkındaki duayı kabul eder. Bu durumda o kula şefaat edilmiş olur.

Görüldüğü gibi, affeden yine Allah’tır. Şefaat ise Allah’ın affına bir vesiledir. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere şunu sormak istiyoruz:

— Ayet-i kerimede apaçık bir şekilde, Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edileceği beyan buyrulurken, sizler nasıl oluyor da şefaati inkâr ediyorsunuz? 

— Nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz? 

Bakın, Allah’ın razı olduğu kişilere melekler şefaat edecektir. Melekler şefaat edebiliyorsa;peygamberler, evliyalar, şehitler ve şefaat etmesine izin verilen diğerleri de şefaat edecektir. Bütün bu şefaatler de ancak Allah’ın izni ve rızası dâhilindedir. Mesele bu kadar açıktır. Daha fazla söze ihtiyaç yoktur.

4. “Şefaate ancak hakka bilerek şahitlik edenler sahiptir.” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz sekizinci delil Zuhruf suresinin 86. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:  

 وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ    

Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler -yani putlar- şefaate sahip değildirler. Şefaate ancakbilerek hakka şahitlik edenler sahiptir. (Zuhruf 86)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında, وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ  “Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler şefaate sahip değildirler.” buyrulmuş. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler putlardır. Müşrikler putların kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu ayet-i kerime ile onların inancının yanlışlığı ortaya konulmuş ve putların şefaat hakkı olmadığı bildirilmiştir.

Daha sonra  إِلاَّ مَنْ  “Ancak o kimse müstesna” denilerek istisna yapılmıştır. Bu istisnadan anlıyoruz ki ayetin devamında gelecek olan kimseler şefaat hakkına sahiptirler. 

— Peki, onlar kimdir?

Ayetin devamı bunu beyan eder:  شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  Bilerek hakka şahitlik edenler.

Hakka şahitlikten murad, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitliktir. Bilerek bu şahitliği yapanlar da başta melekler, peygamberler ve derecelerine göre salih kullardır.   

Bakın, ayet-i kerimenin açık beyanıyla, bilerek hakka şahitlik edenler şefaat yetkisine sahip olacaklardır. Bu manaya kendi yorumumuzu falan da katmıyoruz. Ayetin kelime manası bu.Hangi tefsire ya da meale baksanız bu manayı bulursunuz.

O hâlde şimdi, şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

— Ey şefaati inkâr edenler! Sizler bu ayet-i kerimeyi görmüyor musunuz?

— Eğer görüyorsanız bu ayete nasıl mana veriyorsunuz? 

— Yoksa biz ayete yanlış mana mı veriyoruz? 

Bakın, ayet-i kerime diyor ki: Bilerek hakka şahitlik edenler şefaate sahiptir yani şefaat edecektir.

— Ayet-i kerime böyle derken, sizler nasıl oluyor da “Şefaat yoktur.” diyorsunuz? 

Şefaati inkâr etmek, mezkûr ayeti inkâr etmektir. Ayeti inkâr eden de küfre girer. Küfre girmek için tek bir ayeti inkâr etmek kâfidir. Artık bundan sonrasını şefaati inkâr edenler düşünsün!

5. “Allah’ın izni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz beşinci delil Bakara suresinin 255. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ  

Onun (Allah’ın) izniyle olması müstesna, Allah katında kim şefaat edebilir? (Bakara 255)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayetin başı olan,  مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ  “Onun katında şefaat edecek kimdir?” ifadesi, “Onun katında şefaat edecek hiç kimse yoktur.” manasındadır.

Ayet-i kerimede, “Şefaat edecek hiç kimse yoktur.” denildikten sonra  إِلاَّ ile istisna yapılmıştır. Buradaki  إِلاَّ  istisnasından anlıyoruz ki “Şefaat edecek hiç kimse yoktur.” hükmü kayıt altına alınmaktadır.  

Bu kayıt bazı ayetlerde kişilerle ilgili olurken, bu ayette zamanla ilgilidir. إِلاَّ  nın devamı olan  بِإِذْنِهِ ifadesi bu zaman kaydını açıklamaktadır. Bu kayıt, Allah’ın izninden sonrasının müstesna olduğudur. 

Bundan anlaşılıyor ki: Şefaat Allah’ın iznini bağlıdır. Onun izni olursa bir kul başka bir kula şefaat edebilir. İzni olmazsa edemez. 

Eğer Allah’ın izni dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi gereksiz olurdu. 

— Öyle ya, eğer şefaat yoksa, Allah’ın izniyle olması niçin müstesna kılınsın? 

— Şefaat olmasaydı  إِلاَّ بِإِذْنِهِ ifadesine gerek olur muydu?

Elbette olmazdı. Eğer şefaati inkâr ederseniz, Kur’an’da gereksiz bir ifadenin bulunduğuna hükmetmek zorunda kalırsınız. Bu da sizi dinden çıkarır.  

Sözün özü: “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi, Allah’ın izni dairesinde şefaatin hak olduğunu ispat eder. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere deriz ki:

— Sizler bu ayet-i kerimeyi okumuyor musunuz? 

— Ayet apaçık bir şekilde şefaatin Allah’ın izniyle var olduğunu söylerken, sizler bu ayete nasıl gözlerinizi kapıyorsunuz? 

— Ayetteki  إِلاَّ بِإِذْنِهِ  kaydını görmüyor musunuz? Eğer şefaat yoksa ayetteki  إِلاَّ بِإِذْنِهِ  ne demek? Buraya bir mana verin de görelim!

إِلاَّ بِإِذْنِهِ  demek, “Allah’ın izniyle şefaat edilir.” demektir. Zerre miskal Arapça bilen burayı bu şekilde anlar. Bu durumda, şefaati inkâr etmek ayeti inkâr etmektir. Ayeti inkâr eden de dinden çıkar! İşte şefaati inkâr edenlerin akıbeti…

6. “Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimselere şefaat fayda verir.” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz altıncı delil Taha suresinin 109. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً   

O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez. (Taha 109)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında,  يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ  “O gün şefaat fayda vermez.” buyrulmuş. Daha sonra da  إِلاَّ مَنْ  “O kimse müstesna” denilerek, şefaatin fayda vermeyeceği hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmış.

إِلاَّ مَنْ  ifadesinden anlıyoruz ki bir kısım insanlara şefaat fayda verecektir. Eğer şefaat hak olmasaydı böyle bir istisna yapılmaz; “O gün şefaat fayda vermez.” denilerek ayete nokta konulurdu. Ancak nokta konulmamış ve  إِلاَّ مَنْ denilerek istisna yapılmış.

— Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir?

Ayetin devamı bunu beyan eder:

1.  أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ Rahman’ın kendisine izin verdiği,

2.  وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً  Ve sözünden hoşnut olduğu kimseler.

Şimdi, alttaki ayet-i kerimeye bakarak şu sorularımıza cevap vermeye çalışın: 

O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez. (Taha 109)

— Şefaat kime fayda vermeyecek?

Allah’ın izin vermediği ve sözünden hoşnut olmadığı kimselere…

— Peki, şefaat kime fayda verecek?

Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselere…

Bakın, ayet-i kerimenin apaçık beyanıyla, Allah’ın izin verdiklerine ve sözünden razı olduklarına şefaat fayda verecektir!

Mesela bir kulun günahları sevaplarından çoktur. Bu sebeple cehennemi hak eder. Ancak onun bir sözü veya bir ameli vardır ki Allah o sözden ve o amelden hoşnut olmuştur. Her ne kadar o söz ve o amel küçükse de Allah’ın rahmetini ve rızasını celbetmiştir. 

İşte Allahu Teâlâ o ameli sebebiyle kulunu affetmeyi murad eder. Bunu murad edince de onun hakkında şefaate izin verir.

Şefaat: Meleklerin, peygamberlerin veya salih kulların, günahkâr bir kulun affedilmesi için Allah’a dua etmesidir. Allahu Teâlâ kulunu affetmeyi murad edince, onun hakkındaki duayı kabul eder. Bu durumda o kula şefaat edilmiş olur.

Görüldüğü gibi, affeden yine Allah’tır. Şefaat ise Allah’ın affına bir vesiledir. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere deriz ki:

Ayet-i kerimede, Allah’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimselere şefaatin fayda vereceği buyrulmuştur. Demek, şefaat haktır ve Allah’ın iznine ve rızasına bağlıdır.

— Sizler bu ayet-i kerimeyi hiç okumuyor musunuz? 

— Ayet apaçık bir şekilde şefaati Allah’ın iznine ve rızasına bağlarken, sizler nasıl oluyor da şefaati inkâr ediyorsunuz?

— Ayetteki  إِلاَّ مَنْ “O kişi müstesna” kaydını görmüyor musunuz? 

— Eğer şefaat olmasaydı ayette  إِلاَّ مَنْ  denilir miydi?

إِلاَّ مَنْ  demek, “Şefaat ancak bu kişilere fayda verir.” demektir. Bu kişiler de ayetin devamında beyan edilmiş:

1. Allah’ın kendisi için izin verdiği.

2. Allah’ın sözünden razı olduğu.

Bu kişilere şefaat fayda verecektir. Allahu Teâlâ bu kişilere şefaat fayda verecek derken, siz “Yok, fayda veremez.” diyorsunuz. 

— Bu sözünüzle Allah’a iftira attığınızın ve nasıl bir cinayet işlediğinizin farkında mısınız? 

Eğer biraz aklınız varsa pişman olur ve hemen tövbe edersiniz!

7. “Onun katında şefaat ancak izin verdiği kimseye fayda verir.” ayetinin izahı

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz yedinci delil Sebe suresinin 23. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَلاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلاَّ لِمَنْ أَذِنَ لَهُ  

Allah’ın izin verdiği kimse müstesna, onun huzurunda şefaat fayda vermez. (Sebe 23)  

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında, وَلاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ “Onun (Allah’ın) katında şefaat fayda vermez.” buyrulmuş. Daha sonra da  إِلاَّ لِمَنْ  “O kimse müstesna” denilerek, şefaatin fayda vermeyeceği hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmış.

“Allah’ın kendisine izin verdiği müstesna” ayeti iki manaya gelebilir. 

1. Şefaati ancak kendisine izin verilenler edebilir. 

Bu durumda, ayetin manası şöyle olur: 

— Onun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.

Bu ihtimale göre, putlardan şefaat uman müşriklere bir reddiye vardır ve onlara şöyle denilmek istenmiştir: 

— Şefaati ancak Allah’ın izin verdikleri yapabilir. Allah ise putlara ve taptığınız diğer batıl mabudlara şefaat izni vermemiştir. Dolayısıyla onlardan şefaat beklemeniz beyhudedir.

2. Kendisine izin verilen, şefaat eden değil şefaat edilendir. 

Bu durumda, ayetin manası şöyle olur: 

— Onun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.

Demek, şefaatten faydalanmak da Allah’ın iznine bağlıdır.  

Şimdi, iki farklı manayı alt alta görüp farkı daha iyi kavrayalım:

Birinci mana: Kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.

İkinci mana: Kendisine izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.

Demek, Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemez ve kimseye de şefaat fayda vermez. Şefaat etme hakkı da şefaate nail olma da ancak Allah’ın izniyledir. 

Buraya kadar yaptığımız tahlile dayanarak şu sorularımıza cevap vermeye çalışın:

— Kimin şefaati fayda verebilir?

Allah’ın izin verdiği kişinin.

— Peki, kime fayda verebilir?

Allah’ın izin verdiğine.

Bakın, ayet-i kerimenin apaçık beyanıyla, Allah’ın izin verdikleri şefaat edebilecek ve yine izin verilenler bu şefaatten faydalanacaktır. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere deriz ki:

Ayet-i kerimede iki manayı da esas aldığımızda, Allah’ın izin verdiği kimselerin şefaatinin fayda vereceği ve yine kendisi için izin verilenlerin bu şefaatten faydalanacağı açıkça beyan buyrulmuştur. Demek, şefaat etmek de şefaatten faydalanmak da haktır ve bunlar Allah’ın iznine bağlıdır.

— Sizler bu ayet-i kerime hakkında ne diyorsunuz? 

— Ayet apaçık bir şekilde şefaati Allah’ın iznine bağlarken, sizler nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz?

— Şefaat hak olmasaydı, “Allah’ın izin verdiği kimseler müstesna.” denilerek istisna yapılır mıydı?

— Bu ayetten bir kısım kulların Allah’ın izniyle şefaat edebileceğini ve yine bir kısmın şefaate nail olabileceğini anlamak için allame mi olmak lazım? 

Bilmiyorum, aklınız mı yok? Kalbiniz mi ölmüş? İnsafınız mı çürümüş? Yoksa bu dini bozmaya mı çalışıyorsunuz?

Biz size ne diyelim, size nasihat tesir eder mi ki… 

Lakin Allah’tan ümit kesilmez. Ben yine de sizler için Rabbimden hidayet diliyorum. Rabbim sizlere hidayet yolunu kolaylaştırsın. Âmin.

8. “Melekler Allah’ın izin verip razı olduğu kimselere şefaat ederler.” ayetinin izahı

kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِى السَّمَاوَاتِ لاَ تُغْنِى شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلاَّ مِنْ بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاءُ وَيَرْضَى

Göklerde nice melek vardır ki -Allah’ın dilediğine ve razı olduğuna izin vermeden önce- onların şefaatleri hiçbir fayda vermez. (Necm 26)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında,  وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِى السَّمَاوَاتِ لاَ تُغْنِى شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا  “Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri hiçbir fayda vermez.” buyrulmuş. Daha sonra da إِلاَّ مِنْ بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ “Allah’ın izin vermesinden sonrası müstesna” denilerek, şefaatin fayda vermeyeceği hükmünden bir kısım insanlar istisna edilmiş.

— Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir?

Ayetin devamı bunu beyan eder:

1.  لِمَن يَشَاءُ  Allah’ın dilediği kullar.

2.  وَيَرْضَى  Ve razı olduğu kullar.

Ayetin açık beyanıyla, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullar, meleklerin şefaatinin fayda vermeyeceği kullardan ayırt edilmiş ve bu hükümden istisna edilmiştir. 

Şimdi, alttaki ayet-i kerimeye bakarak şu sorularımıza cevap vermeye çalışın: 

Göklerde nice melek vardır ki -Allah’ın dilediğine ve razı olduğuna izin vermeden önce- onların şefaatleri hiçbir fayda vermez. (Necm 26)

— Gökteki meleklerin şefaati kime fayda vermez?

Allah’ın izin vermediklerine ve razı olmadıklarına…

— Peki, meleklerin şefaati kime fayda verecek?

Allah’ın izin verdiklerine ve razı olduklarına…

Gördüğünüz gibi, ayetin açık beyanıyla, melekler şefaat edecektir. Bu şefaat, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullar için geçerli olacaktır. Allah’ın dilemediği ve razı olmadığı kullara ise şefaat yoktur ve fayda vermeyecektir. Zaten Kur’an’da şefaatin olmadığını beyan eden bütün ayetler, Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kullar için geçerlidir. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere deriz ki:

— Ayet-i kerime apaçık bir şekilde, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullara meleklerin şefaat edeceğini beyan ederken, sizler şefaati nasıl inkâr ediyorsunuz?

— Necm suresinin 26. ayeti mushafınızda yok mu? 

— Ya da bu ayet bizim verdiğimiz manadan başka bir manaya mı geliyor? Bu ayeti bir izah edin de görelim.

— Yoksa siz şöyle mi yapıyorsunuz: Ayetin başını okuyup, “Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri fayda vermez.” diyor ve ayetin devamını okumuyor musunuz? Ayetin devamında, Allahu Teâlâ bu hükümden dilediği ve razı olduğu kulları istisna etmiş, bunu görmüyor musunuz?

Elbette görüyorsunuz ve biliyorsunuz lakin sizin derdiniz başka. Derdiniz dini öğretmek değil, dinin esaslarını bozmak. Gayretiniz bundandır. 

Biz de burada yemin ediyoruz ki sizin bu dini bozma gayretinizin en az iki misli biz de bu dini muhafaza için çalışacak ve sizler gibi müfsitlerin şerrinden korumak için gece gündüz çabalayacağız!

9. Şefaat hakkındaki diğer ayetler

Daha önceki derslerimizde şefaatin hak olduğuna dair sekiz ayet-i kerimeyi tahlil etmiştik. Her bir ayeti bu şekilde tahlil etmek uzun kaçacağından kalan ayet-i kerimeleri icmali bir surette beyan edeceğiz.

İlk önce şefaatin manasını bir daha hatırlayalım:

Şefaat: Salih bir kulun günahkâr bir kulun affı için Allah’a dua etmesidir. Eğer duası kabul olursa, “Falan kul falancaya şefaat etti.” denilir. Bunun manası, onun duası hürmetine Allah onu affetti ve cehennemden halas etti demektir. Eğer duası kabul olmazsa, “Falanca şefaat etmek istedi ancak isteği kabul olmadı.” denilir. Her şefaat talebi kabul olacak diye bir şey de yok. Allah isterse kabul eder isterse reddeder.

Sözün özü: Şefaat, salih bir kulun günahkâr bir kul için Allah’tan af dilemesidir. Şefaatin başka bir manası yoktur. 

O hâlde şimdi soruyoruz: 

— Bir kulun başka bir kul için af dilemesi hususunda Kur’an ne diyor? Bu caiz midir değil midir? 

Eğer bu caizse şefaat de caiz olmalıdır. Çünkü şefaat, bir kul için af dilemekten başka bir şey değildir. 

Şimdi, Kur’an’ın kapısını çalalım ve cevabımızı Kur’an’da arayalım:

Mümin suresi 7. ayet-i kerimede meleklerden bahisle şöyle buyrulur:

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ

Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler Rablerinin hamdiyle tesbih ederler, O’na iman ederler ve iman edenler için af dilerler. (Derler ki) Ey Rabbimiz! Rahmet ve ilminle her şeyi kuşattın.Tövbe eden ve yoluna uyan kullarını bağışla ve onları ateşin azabından koru. (Mümin 7)

Melekler nasıl dua ediyorlarmış işittiniz mi? Diyorlarmış ki: 

— Ey Rabbimiz! Tövbe eden ve yoluna uyan kullarını bağışla ve onları ateşin azabından koru. 

Şimdi, şefaati inkâr edenlere soruyoruz: 

— Melekler bu dünyada müminlerin affı için dua ediyor; siz bunu Kur’an’da okuyorsunuz. Peki, meleklerin ahiretteki şefaatlerini niçin inkâr ediyorsunuz? 

Bizler “Melekler şefaat edecek.” derken, meleklerin müminlerin affı için Allah’a yalvaracağını ve dua edeceğini kastediyoruz. Bakın, melekler bunu zaten yapıyor. Ve onlara böyle dua etmelerini de Rabbimiz ilham etmiş ve öğretmiş. 

— Eğer onların duasının affımızda bir rolü olmasaydı onlar dua eder miydi? 

— Rabbimiz onlara böyle dua etmesini öğretir miydi? 

Şefaati inkâr edenlere yine soruyoruz: 

— Aklınızın almadığı yer neresi? 

— Meleklerin bu dünyada affımız için dua etmesiyle ahirette dua etmesi arasında bir fark var mı? 

Hayır, hiç bir fark yok. Ve bu, şefaatin ta kendisidir!

O hâlde eğer siz şefaati inkâr edecekseniz önce Mümin suresinin 7. ayetini inkâr etmelisiniz. Çünkü bu ayet-i kerime meleklerin bu dünyada dahi şefaat ettiklerini beyan buyurmaktadır. 

Cenab-ı Mevla onların şefaatini hakkımızda kabul buyursun. Âmin.

Şimdi de başka bir ayet-i kerimeye bakalım:

Muhammed suresi 19. ayet-i kerimede Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’a şöyle emrediliyor: 

وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ  

Hem kendi günahın için hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah’tan af dile! (Muhammed 19)

Bu ayet üzerinden, şefaati inkâr edenlere soruyoruz: 

— Ayet-i kerimede, Peygamberimiz (a.s.m.)’a mümin erkekler ve mümin kadınların affı için dua etmesi emredilmiş. Peygamberimizin müminler için af dilemesinin bir faydası olmayacaksa bu ayetin manası nedir? 

— Peygamberimizin af dilemesini Allah kabul etmeyecekse niçin Peygamberimize bu emri vermiş? 

Bakın, şefaat dünyada bile var. Çünkü şefaat, bir kulun affı için Allah’a dua etmektir. Peygamberimiz (a.s.m.) Allah’ın emriyle bu duayla mükellef kılınmıştır. Eğer şefaati kabul etmezseniz -haşa- bu emrin manasız ve faydasız bir emir olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız? 

— Öyle ya, eğer Peygamberimizin bizim için af dilemesinin bir manası yoksa ne diye affımız için dua etmesi emrediliyor? 

Şefaati inkâr edenlerin kör gözlerine bu ayet-i kerimeyi sokuyoruz. Sadece bu ayeti de değil, Kur’an’ın birçok yerinde Peygamberimize bizim için af dilemesi emredilmiştir. Bu ayetlerin tamamını onların kör gözüne sokuyoruz. Mesela Mümtehine suresinin 12. ayetinde şöyle buyrulmuş: 

وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ (Biat etmek için sana gelen) kadınlar için Allah’tan af dile.  

Ali İmran suresinin 159. ayetinde şöyle buyrulmuş: 

وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ Ve onlar için af dile.  

Nisa suresinin 64. ayetinde şöyle buyrulmuş:

وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ Resul de onlar için af dilerse… 

Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki: Peygamberimiz (a.s.m.)’ın bizim için af dilemesini Allahemretmiştir. İşte bu af dileği şefaattir. Allah bu dileği kabul ederse, Peygamberimiz bize şefaat etmiş olur. Kabul etmezse, hakkımızdaki şefaat dileği reddedilmiş olur. Dua ve niyaz Peygamberimizden, af ise Allah’tandır. 

Şimdi, şefaati inkâr edenler bizi iyi dinlesin: 

Bir başkasının günahı için af istemek şefaat talep etmek demektir. Buna manaya göre, Allahu Teâlâ Resulüne “müminler için şefaat talep etmesini” emretmektedir. 

Bakın, şefaat talep etmesini Allah emrediyor. 

— Hani Peygamberimizin şefaati yoktu? 

— Eğer Allahu Teâlâ Peygamberimizin şefaatini kabul etmeyecek olsaydı ona affımız için dua etmesini emreder miydi? 

Unutmayın, Allah vermek istemeseydi istemek vermezdi. Madem istemek vermiş, o hâlde vermek istiyor. 

Şimdi de Kur’an’da diğer peygamberlerin af dilemelerini yani şefaat talep etmelerini görelim: 

Meryem suresi 47. ayette şöyle buyrulur:

 قَالَ سَلاَمٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي  

(Hazreti İbrahim babasına şöyle) dedi: Selam üzerine olsun. Senin için Rabbimden af dileyeceğim. 

Bakın, Hazreti İbrahim (a.s.) babası için şefaat talep ediyor. Ancak babası kâfir olduğu için Allahu Teâlâ Hazreti İbrahim’in bu şefaat talebini reddediyor. 

Yusuf suresi 98. ayette şöyle buyrulur:

 قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي  

(Hazreti Yakup evlatlarına şöyle) dedi: Sizler için Rabbimden af dileyeceğim. 

Bakın, Hazreti Yakup (a.s.) da evlatları için şefaat talep etmektedir. 

— Merak ediyorum, şefaati inkâr edenler bu ayetleri görmüyorlar mı? 

Birçok peygamber daha bu dünyada iken şefaat etmek istemiş. Bu dünyada caiz olan bir şey ahirette niçin caiz olmasın? 

Hatta sadece melekler ve peygamberler de değil, sade müminler bile mümin kardeşlerinin affı için dua etmişler yani müminlerin affı için şefaatçi olmak istemişler. Mesela Haşr suresi 10. ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

 رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ

Ey Rabbimiz! Bizi ve imanla bizden önce geçen kardeşlerimizi bağışla… 

Yine İbrahim suresi 41. ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ

Ey Rabbimiz! Hesabın olacağı günde beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla. 

Bakın, ayetlerin apaçık beyanıyla, müminler birbirinin affı için daha bu dünyada iken dua ediyor. Şimdi, şefaati inkâr edenlere soralım: 

— Müminin mümine bu kadar duasını Kur’an’da gördükten sonra, hâlâ müminin mümine duası demek olan şefaati inkâr edecek misiniz? 

— Bu dünyada meleklere, peygamberlere ve salih kullara günahkâr müminlerin affı için dua ettiren Rabbimiz, bu duayı ahirette niçin yaptırmasın? 

— Mümin hakkında yapılan duanın bir kıymeti olmasaydı Allahu Teâlâ meleklere ve peygamberlere affımız için dua etmelerini emreder miydi? 

Eserimizin başından buraya kadar, şefaatin hak olduğunu Kur’an’ın ayetleriyle ispat ettik. Daha başka gösterebileceğimiz ayet-i kerimeler de var. Ancak bu kadarı yeter düşüncesiyle bu babı burada kapatıyoruz. Bir sonraki dersimizde şefaatle ilgili hadis-i şerifleri tahlil edeceğiz.

10. Şefaat hakkındaki hadis-i şerifler

Bu dersimizde şefaat hakkında bazı hadis-i şerifleri nakledeceğiz. Nakledeceğimiz ilk hadis-i şerifi Enes b. Malik Hazretleri rivayet etmiştir. Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي   

Benim şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. (Tirmizî, Kıyâme, 11; İbni Mâce, Zühd, 26; Ahmed İbni Hanbel, 3/113)

Zeyd b. Erkam Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

شَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَقٌّ فَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِهَا لَمْ يَكُنْ مِنْ اَهْلِهَا 

Kıyamet günündeki şefaatim haktır. Kim şefaatime inanmazsa onun ehlinden olmayacaktır. (El-Mutteki, Kenzü’l-Umman, 14/399)

Osman İbni Affan Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

يَشْفَعُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثَلاَثٌ اَلْاَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الشُّهَدَاءُ  

Kıyamet gününde üç zümre şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehitler (İbni Mâce, Zühd, 37, 2/1443)

Ebû Hureyre Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

لِكُلِّ نَبِىٍّ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ فَتَعَجَّلَ كُلُّ نَبِيٍّ دَعْوَتَهُ وإِنِّي اخْتَبَأْتُ دَعْوَتِي شَفَاعَةً أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَهِيَ نَائِلَةٌ إنْ شَاءَ اللَّهُ مَنْ مَاتَ مِنْ أُمَّتِي لاَ يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئ  

Her peygamberin müstecab -yani Allah’ın kabul edeceği- bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak kullanmak için sakladım. Allah’ın izniyle şefaatime, ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölenler nail olacaktır. (Buhârî, Daavat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur’an 26, (1, 212); Tirmizî, Daavat 141, (3597))  

Bakın, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) müstecab duasını ahirete sakladığını ve bunu ümmetine şefaat olarak kullanacağını bildiriyor. Buna karşı şefaati inkâr edenler, “Yok kullanamazsın, şefaat edemezsin.” diyor. 

— Şimdi biz ne yapacağız?

— Peygamberimizin sözüne mi itimat edeceğiz bunların sözüne mi? 

Ve bakın, Peygamberimizin bu sözünü İmam Buhârî, İmam Müslim ve İmam Tirmizînakletmiş. Yani bu söz, Kur’an’dan sonra en sağlam kaynaklarda geçiyor. Eğer “Şefaat yoktur.” derseniz, bu imamları yalanlamış olursunuz. Şimdi soruyorum: 

— İmam Buhârî’ye, İmam Müslim’e, İmam Tirmizî’ye iftira atan, onlara yalancı diyen ahirette iflah olur mu?

Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şefaatle ilgili daha çok hadis-i şerifleri var. Şimdi bu hadislerden bir kısmını -sözü kısa tutmak adına- mealiyle nakledeceğiz:

Hz. Ali (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: 

— Her kim Kur’an okur ve ezberlerse Allah onu cennete sokar. Ehlinden cehennemlik olan on kişiye şefaat etmesi için ona yetki verir. (İbni Mâce, Mukaddeme, 212; Tirmizî, Kur’an, 2830; Müsned-i Ahmed, 1203)

Cabir İbni Abdullah Hazretlerinden rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: 

— Her kim ezanı işittiği zaman şu duayı yaparsa kıyamet günü şefaatim ona helal olmuştur. (Buhârî, Ezan, 579; Nesâî, Ezan, 673; Tirmizî, Salât, 195; Ebû Dâvûd, Salât, 445; İbni Mâce, Ezan, 714)

Ebu Hureyre Hazretleri şöyle demiştir: 

— Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet gününde senin şefaatine en ziyade kim mazhar olacak?” 

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: 

— Ya Ebâ Hureyre! Hadise düşkünlüğünden dolayı senden önce bunu kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet günü şefaatime en çok nail olacak kimsekalbinden veya içinden ihlasla “Lâ ilâhe illallah” diyendir. (Buhârî, İlim, 97)

Yine Ebu Hureyre Hazretleri şöyle demiştir: 

— Peygamberimiz (a.s.m.) bir sohbetinde, “Rabbinin seni makam-ı mahmuda göndereceğini umabilirsin.” ayetini okuduğunda, makam-ı mahmudun ne olduğu ona soruldu. Peygamberimiz, “O, şefaattir.” cevabını verdi. (Tirmizî, 3062; Müsned-i Ahmed, 9307, 9358, 9810, 10419)   

Ubeyd İbni Ka’b’ın babasından rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: 

— Kıyamet günü olunca ben peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerin sahibi olurum. Bununla beraber övünmem. (İbni Mâce, Zühd, 4305; Tirmizî, Menâkıb, 3546)

Cabir İbni Abdullah Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

— Bana, benden önce kimseye verilmeyen beş şey verilmiştir. Bir aylık yola kadar düşmanlarıma korku salmak ile yardım olundum. Yeryüzü bana temiz olarak mescit kılındı. Onun için ümmetimden namaz vaktine erişen her kimse namazını kılsın. Ganimetler bana helal kılındı. Hâlbuki benden önce kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat verildi ve her peygamber kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara gönderildim. (Buhârî, Teyemmüm, 323; Müslim, Mesâcid, 810; Nesâî, Güsl, 429; Mesâcid, 728)

İbni Ömer Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: 

— Kim Medine’de ölmeye güç yetirirse orada ölsün. Zira ben orada ölenlere şefaat ederim. (Tirmizî, Menâkıb, 3852; İbni Mâce, Menâsik, 3103; Müsned-i Ahmed, 5180, 5555)

Ebu Said el-Hudri Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:  

— Resulullah’ın yanında Ebû Talib’in adı geçmiş, bunun üzerine, “Umulur ki kıyamet gününde benim şefaatim ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur, topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.” demiştir. (Buhârî, Menâkıb, 3596; Müslim, İman, 310; Müsned-i Ahmed, 10636, 11044, 11094)

Enes İbni Malik Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: 

— Cennette ilk şefaat eden ben olacağım ve yine ben peygamberlerden en çok tabisi olanım. (Müslim, İman, 289, 290, 291; Müsned-i Ahmed, 11969; Dârimî, Mukaddeme, 51)

Enes İbni Malik Hazretleri der ki: 

— Resulullah’tan şefaatini istedim.

Dedi ki: Evet, ederim.

Ben dedim ki: Nerede isteyeyim?

Dedi ki: Beni talep edeceğin ilk yerde yani sıratta iste.

— Peki, ya seni orada bulamazsam? 

— O zaman Mizan’da ara.

— Ya orada da bulamazsam?  

— Havzın yanında ara. (Tirmizî, Kıyâme, 2357; Müsned-i Ahmed, 12360)

Sevgili kardeşlerim, şefaat konusunda daha başka hadisler de var. Sözü daha fazla uzatmamak için bu kadarla iktifa ediyoruz. Daha fazlasını bulmak isteyenler hadis kitaplarının ilgili bölümüne müracaat edebilirler.

11. “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” ayetinin izahı

Şefaati inkâr edenler diyorlar ki: 

— Müddessir suresi 48. ayette, “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” buyrulmuş. Bu ayet-i kerime şefaatin fayda vermediğini ispat etmektedir. O hâlde şefaat yoktur.  

İşte onlar böyle diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: 

— Bu ayet-i kerime kimler hakkında inmiş ve kimlerden bahsediyor? Şu ayetin bir de önünü okusanız!

Hani adama demişler ya: Niçin namaz kılmıyorsun?

O da demiş: Kur’an’da “Namaza yaklaşmayın.” buyrulmuş. Ondan kılmıyorum.

Ona demişler: Devamını okusana!

O demiş: Hafız değilim…

Devamını okumaz, çünkü devamında “sarhoşken” ibaresi var. 

Aynen bunun gibi, şefaati inkâr edenler diyorlar ki: 

— Müddessir suresi 48. ayette, “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” buyrulmuş. Demek, şefaat yoktur.  

Biz de onlara diyoruz ki: 

— Şu ayetin bir de önünü okuyun! Bakalım bu ayet kimlerden bahsediyor?

Siz madem ayetin önünü okumuyorsunuz ya da okumak istemiyorsunuz, o hâlde biz okuyalım. Bakın bakalım ayet-i kerime kimlerden bahsediyor:

Ayetin evvelinde cennetlikler ile cehennemlikler arasında bir konuşma geçer. Cennet ehlicehennem ehline sorar:

مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ  Sizi cehenneme ne soktu? 

Cehennem ehli bu soruya cevaben der ki:

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ Ölüm bize gelinceye kadar bizler ahiret gününü yalanlıyorduk. 

Onların bu cevabı üzerine Rabbimiz şöyle der: 

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ  Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.

— Gördünüz mü ayet-i kerime kimler hakkında inmiş ve kimlerden bahsediyor?

Ayet-i kerime ahiret gününü yalanlayanlar yani kâfirler hakkında inmiş. Ayetteki zamir ahiret gününü yalanlayanlara racidir.

Ey ayetin önünü saklayan zalimler! Sizlere soruyoruz: 

— Kâfirler hakkında inen bir ayetin Müslümanlarla ne ilgisi var? 

Aslında bu ayet-i kerime şefaatin varlığına delildir. Çünkü “Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek, şefaat edicilerin var olduğunu ispat etmektedir. Demek, ortada şefaat ediciler vardır ki onlardan bahsedilmiş. Eğer şefaat ediciler olmasaydı onlardan bahis yersiz olurdu. Kur’an’da ise yersiz tek bir harf bile yoktur. 

O hâlde ayetin manası şudur: Ey kâfirler! Siz öyle kötü bir durumdasınız ki herkese faydası olan şefaatin bile size faydası yoktur. Küfrünüz sebebiyle şefaat edicilerin şefaatinden mahrumsunuz. 

İşte ayet bu manaya gelmektedir. Bu şuna benzer: Kansere yakalanmış ve hayatından ümit kesilmiş birisine işaret ederek, “Doktorlar buna fayda vermez.” desek, bu sözde doktorları reddetmek değil, hastalığın şiddetini beyan etmek ve artık bu hastaya doktorların bile fayda veremeyeceğini kabul etmek vardır. Yani artık hastadan ümit kesilmiştir ve hiçbir doktor onu iyileştiremez. Bu sözün manası budur.

“Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek de böyledir. Bu beyanda şefaat ediciler reddedilmemiş; kâfirlerin -ahireti inkâr etmelerinden dolayı- şefaat edicilerin şefaatinden mahrum kalacakları beyan edilmiş. Zaten bizler kâfirlere ve Cenab-ı Hakk’ın razı olmadığı kullara şefaat edilemeyeceği hususunda hemfikiriz. Bu ayette zikredilen kullar da bu zümreye dâhil olan kullardır.

Netice olarak: Bu ayet-i kerime şefaatin yokluğuna değil, bilakis varlığına delildir. Zira şefaat ediciler vardır ki ayette onlardan bahsedilmiş. Eğer bu zümre hakikatte olmasaydı elbette onlardan bahsedilmezdi. 

Gördüğünüz gibi, şefaati inkâr edenlerin delilleri bu kadar zayıf. Ayetin önüne arkasına bakmadan konuşuyorlar. Eee, hafız değiller! Ama inşallah biz onları hafız yapacağız.

12. “Bütün şefaat Allah’ındır.” ayetinin izahı

Şefaati inkâr edenlerin sözde delillerine cevap vermeye devam ediyoruz. Cevap vereceğimiz ikinci delilleri şöyle: 

Onlar diyorlar ki: 

— Zümer suresi 44. ayette, “Bütün şefaat Allah’ındır.” buyrulmuş. Demek, şefaatin hepsi Allah’ındır ve Allah’tan başka kimse şefaate sahip değildir. Dolayısıyla bu ayet-i kerime şefaatin olmadığını ispat etmektedir. 

İşte onlar böyle diyorlar. 

— Acaba mesele onların dediği gibi midir? 

— Bir şeyin tamamının Allah’a ait olması, başkasının ona sahip olamayacağı manasına mı geliyor?

Eğer böyle düşünüyorlarsa şu sorumuza cevap versinler:

Nisa suresi 139. ayette, “Bütün izzet Allah’a aittir.” buyrulmuş. 

— Bütün izzetin Allah’a ait olması, başkasının izzet sahibi olmasına engel midir? 

Yani siz diyebilir misiniz ki: 

— Bütün izzet Allah’ındır. O hâlde peygamberler ve müminler izzetsizdir.

Bütün izzetin Allah’a ait olduğunu bildiren ayet-i kerimeden bu neticeyi mi çıkarıyorsunuz?

Eğer bu neticeyi çıkarıyorsanız Münâfikûn suresi 8. ayet-i kerime sizi tekzip eder. Çünkü bu ayette şöyle buyrulmuştur: 

— İzzet Allah’a, Resulüne ve müminlere aittir.  

Bakın, Nisa 139’da “bütün izzetin Allah’a ait olduğundan” bahsedilirken, Münâfikûn 8’de “Resulünün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından” bahsedilmiştir. Demek, izzetin Allah’a ait olması, Peygamberimizin ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir. 

Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayetin vech-i tevfiki şudur: 

İzzet tamamıyla Cenab-ı Hakk’a aittir. Peygamberimizin ve müminlerin izzeti ise Allah’ın onlara izzet vermesi ve aziz kılması iledir. Cenab-ı Hakk’ın izzeti zatî iken, diğerlerinin izzetizatî değildir. 

Sözün özü: Peygamberimizin ve müminlerin izzet sahibi olması, bütün izzetin Allah’a ait olması hakikatine zıt değildir. 

Şefaatte de durum aynıdır. Bütün şefaatin Allah’a ait olması, başka kimsenin şefaate malik olamayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: 

Bütün şefaat Allah’a aittir. Diğerlerinin şefaate sahip olması ise Allah’ın onlara bu yetkiyi vermesiyledir. Demek, diğerleri Allah’ın vermesiyle şefaate sahip olmuşlardır; şefaat onların zatî malı değildir.

Bu şuna benzer: Bizden başka kimsenin parası olmasa ve biz bu paradan bazı insanları istifade ettirsek, bu durumda desek ki: 

— Bütün para bize aittir.

Bu söz bizim parayı kimseye vermeyeceğimiz manasında değil, başkalarında bulunan paraların da aslında bize ait olduğu ve bizim vermemizle onların buna malik olduğu manasındadır. 

“Bütün şefaat Allah’ındır.” demek de aynen bunun gibidir. Yani kim şefaate yetkili kılındıysaAllah’ın izniyle olmuştur ve ancak Allah’ın izin verdiği kişiye şefaat edebilecektir. 

Dilerseniz bir örnek daha verelim: Kur’an’da birçok yerde bütün mülkün Allah’a ait olduğundan bahsedilmektedir. 

— Peki, bütün mülkün Allah’a ait olması, bizlerin mülk sahibi olmasına engel midir? 

Elbette engel değildir. Bizler de Allah’ın vermesiyle mülk sahibi olmuşuz. Evet, mülkün hakiki sahibi Allah’tır. Bizlerin malikiyeti ise Allah’ın vermesiyledir. Hakikatte biz de sahip olduklarımız da Allah’ındır. Lakin Allah mülkünden bir kısmını bizlere vermiş ve bizleri mülk sahibi yapmıştır.

İşte şefaatin hepsinin Allah’a ait olması da böyledir. Bu aitlik başkasının şefaat edemeyeceği manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allah’ındır. Kimse kendinden şefaate sahip değildir. Ancak Allah’ın yetki vermesiyle buna sahip olur. Ve ancak izin verdiği kişide bunu kullanır. 

Gördüğünüz gibi, şefaati inkâr edenlerin gösterdikleri delil ne kadar zayıf ve ne kadar mantıksız… Bununla ancak Kur’an’ı bilmeyenleri aldatırlar. Kur’an’ı bilenler onlara şöyle der: 

— Bütün şefaatin Allah’a ait olmasından, kulların hiçbir şefaate sahip olamayacağı manasını mı çıkarıyorsunuz? O hâlde bütün izzetin Allah’a ait olmasından da meleklerin, peygamberlerin ve bütün müminlerin izzetsiz olduğu manasını çıkarmalısınız! Bunu yapabiliyor musunuz? 

— Yine bütün mülkün Allah’a ait olmasından, kimsenin mülke sahip olamayacağı manasını mı çıkarıyorsunuz? “Bütün mülk Allah’a aittir.” ayetinden bunu mu anlıyorsunuz?

İşte onlara böyle sorulduğunda donup kalırlar ve tek bir kelime bile söyleyemezler. Daha Kur’an’da bunlar gibi çok ayet var. Meseleyi uzatmamak için burada kesiyoruz. Herhâlde meramımız anlaşılmıştır.

13. “Zalimler için ne bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır.” ayetinin izahı

Şefaati inkâr edenlerin sözde delillerine cevap vermeye devam ediyoruz. Cevap vereceğimiz üçüncü delilleri şöyle: 

Onlar diyorlar ki: 

— Mümin suresi 18. ayette, “Zalimler için ne bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır.” buyrulmuş. Demek, zalimler için şefaatçi yoktur. Buradaki “zalim” de günah işleyip nefsine zulmedendir. Dolayısıyla bu ayet-i kerime, günah işleyenlere şefaat edilemeyeceğine apaçık bir delildir. 

İşte onlar böyle diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: 

Ayet-i kerimede “Zalimler için şefaatçi yoktur.” buyrulmuş. Bundan anlaşılıyor ki zalim olmayanlar için şefaatçi vardır. Ayetin mana-yı muhalifi budur. Eğer şefaat caiz olmasaydıayette böyle bir kayıt konulmaz ve şefaatin yokluğu zalimlere tahsis edilmezdi. Bu tahsisten anlıyoruz ki zalim olmayanlar için şefaat vardır ve haktır.

Şimdi sormamız gereken soru şu: 

— Ayette geçen zalim kimdir? 

— Nasıl bir zulüm işlemiştir ki şefaatten mahrum olmasına sebep olmuştur?

Ayette geçen zalim Allah’a şirk koşandır. Şirk en büyük zulümdür; şirk sahibi de en büyük zalimdir. Bunun böyle olduğuna delilimiz Lokman suresinin 13. ayetidir. Bu ayet-i kerimeşöyle buyrulmuş:

إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ Şirk elbette çok büyük bir zulümdür. 

— Ayetin ifadesiyle şirk neymiş?

Çok büyük bir zulüm… 

Bu zulmü işleyene yani Allah’a şirk koşana zalim denilir. Zaten Kur’an’daki neredeyse bütün zalim ifadeleriyle müşrikler ve kâfirler kastedilmiştir. 

Evet, her ne kadar günah işlemek kişinin nefsine zulmetmesi olsa da Kur’an’da “zulüm” tabirigenelde şirk ve küfür için kullanılmıştır. Kur’an şirkin dışındaki günahları işleyenlere zalim değil, fasık der. Hatta “fasık” lafzı bile mutlak zikredildiğinde “kâfir” manasındadır. 

Evet, kişi bazen “Ben nefsime zulmettim.” der ve bu sözüyle günah işlediğini kasteder. Bu mana da doğrudur. Ancak zulüm lafzı mutlak zikredildiğinde günah işlemek değil, küfür ve şirk manasındadır.  

Bu izahlardan sonra, şefaati inkâr edenlerin sözlerine bir daha bakalım:

Onlar diyorlardı ki: 

— Ayette “Zalimler için ne bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır.” buyrulmuş. Demek, zalimler için şefaatçi yoktur. Buradaki zalim de günah işleyip nefsine zulmedendir. 

Onların bu sözlerine karşı biz de deriz ki: Ayette geçen zalimden maksat günah işleyen değil,şirk koşan ve kâfir olandır. Çünkü asıl zalim onlardır ve Kur’an’da geçen zalim ifadeleriyle hep onlar kastedilmiştir. “Şirk elbette çok büyük bir zulümdür.” ayeti de bunun delilidir. O hâlde gösterdiğiniz ayet-i kerime, “Kâfirler ve müşrikler için şefaatçi yoktur.” manasına gelmektedir. “Onlar için şefaatçi yoktur.” demek de “Müminler için şefaatçi vardır.” manasına gelir.  

Gördüğünüz gibi, “Şefaat yoktur.” diyenlerin tutunacakları tek bir dal bile yok. Kendi batıl görüşlerini ispat için gösterdikleri her delil haddizatında şefaatin hak olduğunu ispat etmektedir. 

Onlar delil olarak, “Zalimler için şefaatçi yoktur.” ayetini gösterdiler. Buradaki zalimi de “günah işleyenler” olarak tefsir ettiler. Hâlbuki buradaki zalim, en büyük zulmü işleyen müşrik ve kâfirdir. Onlar için şefaat yoktur. Onlar için şefaatin olmadığının beyanı da diğerleri için şefaatin olacağı manasına gelmektedir. Eğer hiç kimseye şefaat olmasaydı ayette zalimlere tahsis yapılmaz, “Hiç kimseye şefaat yoktur.” denilerek genelleme yapılırdı. Ama genelleme yapılmamış. 

Bundan da anlıyoruz ki: Şefaat, zalimler -yani müşrik ve kâfirler- için yoktur. Müşrik ve kâfir olmayan günahkâr müminlere ise vardır ve haktır.

14. “Öyle bir günden korkun ki o gün kişiden şefaat kabul edilmez.” ayetinin izahı

Şefaati inkâr edenlerin sözde delillerine cevap vermeye devam ediyoruz. Cevap vereceğimiz dördüncü delilleri şöyle: 

Onlar diyorlar ki: 

— Bakara suresi 48. ayette, “Öyle bir günden korkun ki o gün kişiden şefaat kabul edilmez.” buyrulmuş. Bu ayet-i kerime şefaatin olmadığına açık bir delildir. Zira şefaat hak olsaydışefaatin kabul edilmeyeceğinden bahsedilmezdi.

İşte onlar böyle diyorlar. Onlara göre, ayetteki “O gün kişiden şefaat kabul edilmez.” ifadesişefaatin yokluğuna delilmiş. 

Onların bu sözüne cevap vermeden önce genel bir kaideden bahsedelim:

Bir ayet üzerine hüküm bina etmek için Kur’an’ın tamamını göz önünde bulundurmak gerekir. Hatta hadis-i şerifleri dahi dikkate almak lazımdır. Ancak bu sayede ayete doğru mana verilebilir. 

Dilerseniz bu meseleyi bir iki örnekle açalım:

Mesela birisi Bakara suresinin 254. ayetini okusa. Bu ayeti kerimede şöyle buyrulur:

يَوْمٌ لاَ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ  Kendisinde alışverişin ve dostluğun olmadığı gün…

Bakın, ayet-i kerimede açıkça  لاَ خُلَّةٌ  “Dostluk yoktur.” buyrulmuş. Şimdi, bu ayeti okuyan kişi dese ki: 

— Vallahi o gün hiçbir dostluk yoktur; delilim de bu ayettir. 

Eğer böyle derse Kur’an’a iftira atmış olur. Zira Zuhruf suresi 67. ayette şöyle buyrulmuştur:

الْأَخِلاَّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلاَّ الْمُتَّقِينَ O gün dostlar birbirlerinin düşmanıdır. Ancak muttakiler müstesna…

Bu ayetten anlıyoruz ki muttakiler o gün dost olacaklardır. 

Demek, Bakara suresi 254. ayeti bilip, Zuhruf suresi 67. ayeti bilmeyen hata yapar. Bakara suresindeki “O gün dostluk yoktur.” ifadesini bütün insanlar hakkında zanneder. Böyle hüküm verdiğinde de muttakilerin o gün dost olduğunu bildiren Zuhruf suresi 67. ayeti inkâr etmiş olur. 

— Peki, bu iki ayeti nasıl cemedeceğiz?

Şöyle: Bakara suresi 254. ayette geçen “O gün dostluk yoktur.” hükmü bütün insanlar için geçerli değildir. Bu ifadeyle kâfirler, müşrikler ve Allah’ın gazabını celbeden kimseler kastedilmiştir. Muttakiler bu zümrenin dışındadır. Ancak bu istisna bu ayette yapılmayıp Zuhruf suresi 67. ayette yapılmıştır. 

Demek, bir ayet üzerine hüküm bina ederken diğer ayetleri göz önüne almak gerekir. Yoksa yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder sözü gerçek olur. 

Başka bir misal daha verelim: 

Kur’an’ın bazı ayetlerinde ahirette malın ve evladın fayda vermeyeceği zikredilir. Şimdi birisi bu ayetleri okuyup dese ki: 

— Vallahi mal ve evlat ahirette kimseye fayda vermez. Delilim de şu şu ayetlerdir…

Onun bu sözü yanlıştır. O böyle dediğinde Şuara suresinin 89. ayetini inkâr etmiş olur. Zira bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

يَوْمَ لاَ يَنْفَعُ مَالٌ وَلاَ بَنُونَ إِلاَّ مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ O gün mal ve evlat fayda vermez.Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelen müstesna… 

Bakın, ayet-i kerime, kalb-i selim sahibine, malın ve evladın ahirette fayda vereceğini beyan buyurmuş. O hâlde Kur’an’ın diğer yerlerinde geçen, malın ve evladın fayda vermeyeceğini beyan eden ayetler kalb-i selim taşı


Kesim Videoları
Telefon
WhatsApp

Çerez Kullanımı

Kullanıcı deneyiminizi geliştirmek ve hizmetlerimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için yasal mevzuata uygun çerezler kullanılır. Web sitemizi kullanarak bu çerezleri kabul etmiş olursunuz.

kurban bağışı